6 Ocak 2019 Pazar

KEDİ-KÖPEKLERİN GİRDİĞİ EVE ŞEYTAN MI GİRER?



Tezatlar ülkesi Türkiye.
Büyük çıkmazları ve büyük fırsatları olan Türkiye’m.
Bir ülke düşünün ki siyasi itibarı dünya nezdinde yerlerde sürünsün ama kedileriyle gönülleri fethetsin…
Bir ülke düşünün ki sokak hayvanlarına her türlü işkence yapılsın. Siyasi açıdan birbirinden farkı olmayan belediyeler eliyle akıl almaz katliamlar yapılabilsin ama aynı zamanda hayvanları sevmeyi öğreten ruhani ve siyasi liderlere sahip olsun.
Türkiye’nin ezici çoğunluğu Müslüman olduğunu söyler, ama gel gör ki sokak hayvanlarını koruması gerektiğinin dinen farz olduğunu bile bilmez. Hz. Muhammed’in kedi ve köpeklere ilişkin tavrından bahseden hadislerden bihaberdir. Hatta “kedi-köpek giren eve melek girmez” diye de ahkam keser.
Türklerin büyük çoğunluğu Atatürkçü olduğunu söyler, ama gel gör ki Atatürk’ün hayvan sevgisinden haberi yoktur.
Türkiye’de Sosyalist mücadele, hatırı sayılır bir geleneğe sahiptir, ama gel gör ki sosyalistlerin önemli bir kısmı sokak hayvanlarının korumasını "yabancılaşmanın belirtisi" sanır. “İnsanı kurtardık da hayvan mı kaldı” diyenlere rastlanır. Hatta kedi besleyenlere, halktan kopuk aristokrat gözüyle bakılır. Bir bilseler Marx’ın, Lenin’in, Rosa Luxemburg’un, Nazım Hikmet’in kedilere olan ilgi ve muhabbetlerini…
Bir süre önce Dünyada Kediler başlıklı bir belgesel kol gezmişti.
Kediler belgeseli, İstanbul’un sokak kedilerini konu edinmişti.
Ceyda Torun’un yönetmenliğinde hazırlanan bu belgesel film, Amerika’da gişe rekorları kırmıştı. Ne yazık ki ülkemizde birçok insan bu filmden haberdar bile değil.
Neden? Çünkü, sokak hayvanları konusundaki duyarlılığımız zayıf da ondan.
Birinci Dünya Savaşı zamanında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı yürütülen propagandanın en önemli unsurlarından biri de İstanbul’un sokak köpekleriydi. Hayırsız Ada’da ölüme terk edilen 80 bin köpek.
Şimdi İstanbul’un sokak kedileri, bir belgesel sayesinde, hem itibarımızı hem de ruhumuzu kurtarıyor.

Kedinin Neden Olduğu Savaş
Kedilerin varlığı, insanlık tarihinin en tartışmalı konularının başında gelir.
Örneğin Avrupa’da yüzyıllar boyunca kediye sahip olmak ateşte yanmayı, bataklıkta boğulmayı göze almak demekti. Hele kara kediler cadılığın açık bir göstergesiydi. Kara kedi şeytandı, uğursuzdu ve insan gözünden uzak tutulmalıydı.
Deyimlerimize bile geçmiş. Biz de “aramıza kara kedi mi girdi” demez miyiz?
Eğer 1. Dünya Savaşı’nı Sırplı bir fanatiğin sıktığı kurşunların başlattığına inanıyorsak, o zaman MÖ. 1. yüzyılda Roma’nın Mısır’ı işgal etmesine de bir kedinin sebep olduğuna inanabiliriz. MÖ. 60-56 yılları arasında Mısır’ı ziyaret eden Diodorus Siculus’un verdiği bilgilere göre bir kedinin ölümü, Mısır ile Roma arasında bir savaşa neden olmuş. Daha doğrusu Romalı bir asker, atıyla bir sokak kedisini ezince (kediler Mısır’da kutsaldır) hemen orada ahali tarafından linç edilmiş. Askerin linç edilmesini bahane eder Roma da, Yunan kökenli Ptolemea Hanedanlığına savaş ilan etmiş ve ardından da Mısır devletinin varlığına son vermiş.
Tam bir provokasyon, yani psikolojik savaş yöntemi. Savaşın nedeni bu olmasa da kedinin ölümü ve askerin linç edilmesi gerçektir, çünkü kayıtlarda var.

İslam Geleneğinde Kediler…
Geçenlerde eşimle birlikte kedilerimiz Bigi, Maskara ve Kömür’ü veterinere götürmek için otobüs beklerken, bizden daha yaşlı, sakallı ve iyi bir Müslüman olduğunu sanan bir amcamız, “kedileri evinize almayın, evinize şeytana girer” diyerek sözüm ona bizi, biz de sakallıyız ya, uyarmıştı. Gün geçmiyor ki oradan buradan aşırma hadisler üzerinden “kedinin köpeğin girdiği eve melek girmez” lafını duymayalım.
Karşılaştıklarımız sadece bununla kalsa, “işte adam hurafeye inanıyor” der geçeriz. Yok hayır, birçok Atatürkçü ve sosyalist de kedi ve köpek besleyenleri hor görmektedir. Sözüm ona “başka yapacak iş mi kalmamışmış”. Ya da “halkın bu kadar derdi ve sorunu varken kedi köpek beslemek de ne oluyor”muş? Hatta bazıları, “kedilere karşı değilim ama öncü konumdaki insanların kedilere bu kadar zaman ayırması onların halktan koptuğunun göstergesidir” demez mi?
Bunları yaşadığım ve duyduğum günden bu yana konu hakkında bir yazı yazmanın gerektiğini düşünmüşümdür.
Hz. Muhammed’in, Atatürk’ün Lenin’in, Rosa Luxemburg’un, Marx’ların; birçok saygın yazarımızın, Nazım Hikmet’in vb. hayvanlara olan ilgisini ve sevgisini biliyordum, ama bu konunun İslami geleneklerde nasıl ele alındığını etraflıca bilmeliydim. Bu konuda danışacağım ve ilahiyatçı birikimine güvendiğim sevgili kardeşim Nazif Ay yanı başımdaydı. Nitekim İslam’ın kedi ve sokak hayvanları konusundaki görüşlerine ilişkin bilgileri esas olarak o verdi.
Hatta bizi de “Ebu Hüreyre” lakabıyla onurlandırarak.

Ebu Hüreyre…
İslam geleneğinde sokak hayvanlarına ilişkin birçok hadis var.
Bunlardan en ünlüsü şu: Şûra görüşmesine davet edilen Hz. Muhammed, kaftanının üzerinde uyuyan kedisi Müezza (Muazza)’yı uyandırmamak için üzerinde uyuduğu kısmı makasla kesmiş. Müezza terimi Türkçede “izzet ve ikram olunan”, “saygı ve sevgi gören”, “itibar edilip ağırlanan” anlamındadır.
Kedi ve köpek konusundaki hadislerin ilki şöyle rivayet edilir. Sahabelerden biri Hz. Muhammed'e “Ya Resulüm, Abdurrahman adında biri, oradan buradan topladığı pis kedileri kulübesinde besliyor” diye şikayet etmiş.
Hz. Muhammed o sırada adama herhangi bir tepki vermemiş.
Bu şikayetten birkaç gün sonra Hz. Muhammed bahsi geçen Ebu Abdurrahman’ı sokakta, kucağında bir kedi yavrusuyla otururken görmüş. O da Hz. Muhammed kendisine çıkışır korkusuyla kedi yavrusunu hemen mintanının altına saklamış. Hz. Muhammed de ona “mintanın altında ne saklıyorsun” diye sormuş. Abdurrahman mecburen mintanını açmış. Hz. Muhammed mintanın içinde bir kedi yavrusunun bakışlarıyla karşılaşmış.
Peygamber kedi yavrusunu sevmiş, okşamış. Sonra da Abdurrahman’a "ey Ebu Hüreyre (Kediciklerin babası), bundan utanma, öğün. Sen bir kedi babasısın" demiş. O günden sonra Yemenli Abdurrahman'a Peygamberin hitap ettiği gibi "Ebu Hüreyre (Kedi babası)" şeklinde seslenilmiş.
Yine rivayet edilir ki Mekke’nin fethi sırasında Hz. Muhammed, on bin kişilik Müslüman ordusunun geçtiği yolun üzerinde bir köpeği yavrularını emzirirken görmüş. Hemen oracıkta köpek ve yavrular ezilmesin diye başına çok güvendiği bir askerini dikmiş ve ordunun anne köpeğin yattığı yere geldiğinde iki kola ayrılarak yoluna devam etmesini emretmiş.
Ayrıca Hz. Muhammed’in, kedilerin içtikleri ve yedikleri içecek ve yiyeceklerin de murdar olmadığını, çünkü kedilerin de “ev halkından olduğuna” dair birçok hadis bulunmaktadır.

Kedilerin Tarihi
Kedilerin çıkış yerinin Habeşistan olduğu ileri sürülmektedir. Habeşistan bizi hiç şaşırtmadı, çünkü adeta tarihte ne kadar güzel şey varsa orada kökleşmiştir…
Ütopyaların ana kaynağı orasıdır. Birçoğumuzun bildiği klasik masalların kökeninin de Habeşistan olduğu belirtilmektedir. Hatta Türkçedeki “masal” teriminin Habeş kökenli olduğunu birçok sağlam kaynak söyler. Terim önce Arapçaya oradan da Türkçeye geçmiş. Hem Herodotos hem de Sicilyalı Diodorus, Etiyopya’nın sadece en eski yerleşim yerlerinden biri olmadığını, aynı zamanda eşitlik ve adaletin ilk uygulandığı yer de olduğunu belirtiyorlar.
Ei-topia, eski Yunancada “iyi insanların ülkesi” demektir.
Bilimin son bulgularına göre, kedilerin geçmişi insanoğlununkinden daha eski. Kedilerin ilk kez 9 bin sene önce insanlarla birlikte yaşadıkları iskelet bulgularıyla kanıtlanmıştır.
Kedileri insanoğlunun evcilleştirdiği konusundaki bilgiler ileri sürülmektedir, ancak bu bir rivayet olabilir.
Çünkü kedi gibi başı dik, onurlu ve özgürlüğüne düşkün bir hayvanın bizim emrimize değil bizim onun emrine girdiğimiz muhtemeldir.
Sanıyoruz, onları biz değil de onlar bizi birlikte yaşamaya zorladılar.
Bilgiler muhteliftir.
Kadim Mısır’da kediler kutsaldı. O kadar ki o dönemde aşk, müzik ve güzellik ilahlarını temsil ettiklerinden dolayı öldürülmeleri yasaklanmıştı. Kazayla öldürenler bile idamla cezalandırılırmış. Kadim Mısırlıların kedilere olan bu saygısını bilen Pers İmparatoru Kambiz’in, MÖ. 525 yılında, Mısır’a yönelik seferinde Feluse kentini fethetmek için ordusunun en önüne büyük bir kedi sürüsü yerleştirdiği belirtilir. Bunun üzerine Mısırlılar kenti savaşmadan teslim etmişler.

Şeytan Kedi İmgesi
Gel gör ki zamanla kedilerin toplumsal konumları aşınmaya uğramış.
Kediler, özellikle Avrupa’da en fazla zulüm gören hayvanların başında gelirler.
Papa III. Innocent’in danışmanlarından Saint-Dominique, şeytanı siyah kedi şeklinde tasvir edip uğursuzluk ve musibet sembolü yapınca bu görüş birçok yere yayılmıştır. Bu tarihten sonra özellikle Ortaçağ boyunca şeytanla birlikte anılan kediler, hükümet ve kilise mensuplarının da katılımıyla, resmi törenlerde kafes ve sepetlere konarak veya kazıklara geçirilerek yakılmıştır.
Sonra Aydınlanma döneminde Fransız yazar François Auguste Paradis de Moncrif, 1727’de kedilerle ilgili ilk ciddi eseri (Kedilerin Tarihi) kaleme almış da anlayışlar biraz da olsun değişmiş. Bugün hâlâ Avrupa’da kara kedilerin sayısı normalin altındadır.

Kedilerin Yok Edilen Yaşam Alanı
Son yıllarda ülkemizde özellikle kedi ve köpeklere yapılan muameleler vahşet derecesindedir. Gün geçmiyor ki caniliklerle haberlere rastlamayalım. Belediyelerin yaptıkları birçok olumlu girişim vardır, ancak bunun yanı sıra, zehirleme, canlı canlı çöp arabalarında öldürme, zorla bir yerde toplayarak onları ölüme terk etme gibi tutum ve girişimler de hala sürmektedir.
Kentleşmeyle birlikte yok edilen parklar, ormanlık alanlar, fundalıklar ve bahçeler, en çok kedi ve köpeklerin yaşam alanlarını ortadan kaldırmıştır. Bu yetmezmiş gibi bir de onların belediyeler tarafından yok edilmeleri tahammül sınırlarını aşmaktadır ki bu ağır bir suçtur.
Neredeyse kentlerdeki her yeri betonla kaplama hastalığı yüzünden kedinin eşeleyeceği toprak alan bile kalmadı.
Çevremizi ve hayatımızı içten içe tüketen üretim ve tüketim budalalığıyla sadece israf teşvik edilmiyor aynı zamanda doğanın dengesi de bozuluyor. İklimleri bile tersyüz eden kapitalist sistemin acımasız çarkları, en çok sahipsiz kalan, kent ve kasabalarda yaşamak zorunda olan hayvanların geleceğini tehdit etmektedir.
Bu konuda ciddi bir bilincin oluşması gerekiyor. Hayvan hakları, insan hak ve özgürlüklerinden sonra gelen bir gündem maddesi değildir. İnsanoğlu yaşam alanını, doğal dengesi içinde yaşatmaya devam ederse, mutlu ve huzurlu olabilir.
Bu konuda bize örnek olan büyük liderler varken neden hâlâ farklı yöntemlere başvurulduğu da anlaşılmaz bir durumdur.


Atatürk’ün Hayvan Sevgisi
Hayvanlara nasıl davranılması gerektiği konusunda en iyi örneklerden biri kuşkusuz Atatürk’tür. O’nun askerlik yıllarında hayvanlara ne kadar büyük bir sevgi beslediğini, onları nasıl koruduğunu birçok yaveri, yakını ve yardımcısı dile getirmektedir.
O’nun bütün evcil hayvanları sevdiğini biliyoruz.
Yaşadığı yerlerde atların, köpeklerin ve kedilerin vazgeçilmez olduğunu ve hatta kuşlara bile sevgiyle yaklaştığını birçok kaynak belirtilmektedir.
Köpek ve atlara olan muhabbeti ise kuşkusuz bambaşkadır.
Hastalanan bir tayın öldürülmesi onu çok üzmüştür.
Yine elini ısırması nedeniyle uyutulmasına karar verilen sevgili köpeğinin hayatını kurtarmak için ısrarla kendisinin köpeği tahrik ettiğini belirtmesi de kayıtlara geçmiştir.
Ama nafile.
Karar kesindir, Fox uyutulur ve sonra da işgüzar bir veteriner tarafından içi doldurularak Gazi’nin önüne getirilir. Bu görüntü Atatürk’ü şok eder, “Kim akıl etti bunu, sevdiğim bir hayvanın böyle sergilenmesine katlanamam götürün bunu” der.
Ne var ki o işgüzarlar ordusu, içi doldurulmuş köpeği gömmektense muhafaza ederler. Hatta Atatürk’ün ölümünden sonra onu Anıtkabir’de sergilerler.



Marx Ailesinin Kedileri
Londra’ya yerleştikten sonra Karl Marx’ın evinde kedi hiç eksik olmamış.
Jenn Marx’ın özel mektuplarının birçoğunda konu evin kedileridir.
Jenny Marx, kızlarıyla birlikte tatile çıkmış olan Karl Marx’a 2 Ağustos 1864’te gönderdiği mektubunda ailenin sayıca büyüdüğünü belirttikten sonra, “kedi ordusunun sağlığı yerinde, küçükleri tarttık ve sorunsuz bir şekilde büyümekteler” demektedir.
Ayrıca yıllar sonra Eleanor Marx, kız kardeşlerine yazdığı bir mektubunda, “yaşadıklarımdan sonra nasıl bu kadar sağlıklı kalabildiğime hayret ediyorum. Sanırım hep kedilerle yaşamış olmaktan dolayı ben de dokuz canlıyım” demektedir.



Lenin’i Büyüleyen Mimi
Lenin’in kedi sevgisi ise daha bir başkadır. Lenin’i kedilerle gösteren onlarca fotoğraf karesi vardır. Lenin’in kedisini resmi görüşmelerde bile yanından ayırmadığı söylenmektedir. Kedi Lenin’in hep kucağındadır ve her ikisi de mutludur.
Bir gün Lenin ailesinin toplu fotoğrafının çekilmesi sırasında Lenin’in ayağa kalkarak kadraja ev hanesinin tamamın girmediğini söylemesi ve sonra da kedinin getirtilerek kadraja girdiğine dair kayıtlar var.
Rosa Luxemburg’un kedi sevgisi herkesçe bilinmektedir, ama yine de birkaç anekdotu aktaralım.
1912’de Konstantin Zetkin’e yazdığı bir mektubunda Rosa, Lenin’in onu Berlin’de birkaç kez ziyaret ettiğini ve kedisi Mimi’nin Lenin’i çok etkilediğinden bahsetmektedir. Lenin ziyaretinde Rosa’ya “evde hakimiyeti elinde tutan bu türden kedilere ‘barskij kot’, sadece Sibirya’da rastladığını” söyler.
Rosa’nın hapse düştüğünde Mimi’ye kimin bakması gerektiğini, Mimi’nin nasıl beslenmesi ve hatta hangi kafeste taşınması gerektiğine dair talimatları da kayıtlıdır. Mektuplarında sıklıkla bu konuda bilgiler de vermektedir. Ne yazık ki yine bir hapislik döneminde kedi Mimi hayatını kaybeder. Bu haber Rosa’yı adeta çıldırtır.
Aralarında Nazım Hikmet’in, Rahmi Eyuboğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da bulunduğu birçok saygın aydın ve yazarımızın kedilere olan sevgisi herkes tarafından bilinmektedir.
Şimdi de yazımızı, ne yazık ki ozanlığı siyaset adamlığının gölgesinde kalan değerli bir şairimizin dizeleriyle bitirelim.
Kemal Burkay’ın “Bir kedim bile yok” dizeleriyle ünlenen şiiri şöyle:
“Gülümse
Hadi gülümse bulutlar gitsin
İşçiler iyi çalışsın, gülümse
Yoksa ben nasıl yenilenirim
Belki şehre bir film gelir
Bir güzel orman olur yazılarda
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.

Sazlarım vardı, ırmaklarım vardı çok
Çakıltaşlarım vardı benim
Ama sen başkasın anlıyor musun
Tut ki karnım acıktı, anneme küstüm
Tüm şehir bana küskün
Bir kedim bile yok anlıyor musun
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.”





3 yorum:

H.Galip Yönder dedi ki...

Elinize kaleminize sağlık. Çok keyifli ve öğretici bir yazı.hele gülümse şiirinin adil sahibinin kemal burkay olduğunu öğrenmek de vok güzeldi.

Unknown dedi ki...

Madem bu kadar derine girip irdelediniz
Nurullah Ankut ceza aldı meşhur kedi davalarından bir satır da olsa değinseydiniz

Unknown dedi ki...

Harika bir yazı olmuş yine. Büyük bir keyifle okudum. İyi ki varsınız. Birçok yazınızı ögrencilerimle de paylaşıyo-rum.