7 Ocak 2019 Pazartesi

BİN YIL ÖNCE KUR'ANI VE PEYGAMBERİ SORGULADI: İBN ER-RAVENDİ


Bağdat'ta Kur'an tartışmaları...


İslam Dünyasında Aydınlanma Girişimleri

İBN ER-RAVENDİ ÖRNEĞİ
İslam tarihi araştırmacılarının en çok merak ettikleri ve dolayısıyla da önem verdikleri dönem 9. ve 10. yüzyıldır. Nedeni çok basit: Müslüman toplumların, devlet ve toplumsal kurumlarının, bilim alanlarının ve henüz oluşmakta olan Müslüman kişilik yapısının esas olarak bu yüzyıllarda şekillenmiş olmasındandır.
Söz konusu yüzyıllar aynı zamanda coğrafi genişlemenin sağlandığı, yeni halk ve kültürlerle karşılaşıldığı, kadim uygarlıklara ait metinlerin birbiri ardına çevrildiği, Hikmet Evi (Üniversite)’nin kurulduğu, muazzam sayıda kitap barındıran kütüphanelerin inşa edildiği, deyim yerindeyse eski kitaplara kavuşmak için savaşların yürütüldüğü, tazminat olarak Platon’un, Galenos’un, Aristoteles’in eserlerinin talep edildiği yüzyıllardır…
Yeni tezler, kelam, tartışmalar, itirazlar da esas olarak bu yüzyıllara aittir…
Ve ideolojik kapışmalar…
Dolayısıyla söz konusu iki muazzam yüzyıl aynı zamanda, kavramların netleştiği, ama aynı zamanda gelenek ve göreneklerin sorgulandığı; olguların yeniden ve farklı şekilde yorumlandığı, sürdürülegelen iddiaların aklın süzgecinden geçirildiği en özgür tartışma ortamının olduğu yüzyıllardı. Bunun nedeni “salt özgürlükçü ortamın” sağlanması değil, fakat toplumsal-ekonomik ve siyasi koşulların gereğidir. Bu koşullar ortadan kalktığında da söz konusu özgür tartışma ortamı kendiliğinden ortadan kalkmıştır.
O günün siyasi-kültürel iklimini anlamak bakımından yüzyıllarca önce aktarılan şu örnek çok önemlidir.
Endülüs’ten Bağdat’a giden bir din adamı orada yaşadıklarını yakınlarına, şöyle anlatır:
“İki kez toplantılara katıldım, ama üçüncüsüne gitmeye doğrusu çekindim. Niçin mi? Düşünün bir kere, ilk toplantıda koyu (Ortodoks) Müslümanların ve ana ilkelerden farklı düşünen (Heterodoks) Müslümanların yanı sıra, ateşe tapanlar [Mecusiler], materyalistler, tanrıtanımazlar [zındıklar], Yahudi ve Hıristiyanlar… Kısacası toplantıda, her çeşit dinsiz vardı.
Her mezhebin kendine has görüşlerini savunan bir konuşmacısı bulunuyordu ve bunlardan birinin şeyhi, kapıdan içeri girdiğinde herkes saygıyla ayağa kalkıyor ve mezhebin önderi yerine oturmadan kimse yerine oturamıyordu. Salon neredeyse tıka basa dolmuşken dinsizlerden biri söz aldı ve şöyle konuştu:
‘Bilimsel konularda tartışmak amacıyla toplanmış bulunuyoruz. Herkes önkoşulumuzu biliyor. Siz Müslümanlar, kendi din kitabınızdan alınmış ya da peygamberinize atfedilen sözlere dayanarak bize karşı kanıtlar ileri sürmeye kalkışamazsınız, çünkü biz ne söz konusu kitabınıza ne de peygamberinize inanıyoruz; buradaki herkes yalnızca insanın akıl ve mantığında temellendirilebilen nedenlere dayanabilir.’
Bu sözler, genel bir alkışla karşılandı. Bu ve benzeri sözleri duyduktan sonra böyle toplantılara neden katılmak istemediğimi artık anlarsınız. Başka bir toplantıya gitmeye beni ikna ettiler; dayanamadım gittim, gene aynı skandalla karşılaştım”.[1]
Bu yüzyıllar hem verimli tartışmaların yapıldığı hem de siyasi ve kültürel açıdan muazzam değişikliklerin, alt üst oluşların yaşandığı, ama en çok da bilimin temellerinin atıldığı dönemdir.
Ne yazık ki felsefi ve siyasi tartışmaları yansıtan eserlerin, risalelerin ve rubailerin (Al-Maari, Ömer Hayyam vb.) çok küçük bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir.
Bunların bir kısmı henüz geniş kesimler tarafından okunmadan yok edilmiş, bir kısmı ise adeta unutulmaya terk edilmiştir. Özellikle aykırı düşünce ifade eden, muhalif görüşte olan ve özellikle de özgür düşünceli olan Mutezile akımına mensup yazarların eserleri yok olup gitmiştir.[2]
Bu eserlerin birçoğunun adlarını, içerdikleri konuları, nelerden bahsettiklerini kısmen o da başka yazarların eserlerinden biliyoruz. Ancak buna rağmen bu kitapları okuyabilmek veya en azından bazı bölümlerinden haberdar olmak kimi zaman bir mucize sayesinde olmuştur. Bazı yazarların söz konusu kitaplardan bahsettikleri veya bunlardan geniş alıntılar yaptıkları veya bunların özetlerini verdikleri olmuştur. Ancak çoğunlukla bu alıntılar, söz konusu düşünürlerin görüşlerini alaya almak veya ileri sürdüğü argümanları çürütmek veya onu karalamak için yapılmıştır. Örneğin Büyük Selçuklu veziri Nizamül Mülk’ün Siyasetname’si böyle bir eserdir. Nizamül Mülk eserinde çeşitli mezhep ve tarikatlardan; şahsiyetlerden ve ideolojik akımlardan bahseder, onların görüşlerini aktarır ama bunu daima olguları çarpıtarak, tek taraflı aktararak ve karalamak amacıyla yapar.
Fakat bu bile bilim dünyası açısından büyük bir nimettir, çünkü aksi takdirde bu eserlerden, mezhep ve akımlardan haberdar olmak hiç mümkün olamayacaktı. Siyasetname gibi eserler bu açıdan çok değerlidir, çünkü bu sayede kaybolmuş eserlerden, onların içeriklerinden ve yazarlarından da haberdar oluyoruz.
Haberdar olmamız, içeriğini bilmemiz gereken önemli eserlerden biri de İbn er-Ravendi’nin Zümrüt Kitabı (Kitab az-Zumurrud)’dır. Bu kitap da muhtemelen yok edilmiş veya çıkarılan kopyaları bir köşeye atılarak unutulmaya terk edilmiştir. Fakat şu talihe bakın ki er-Revandi’nin kitapta dile getirdiği düşüncelerin önemli kısmı, Fatimi halifesi al-Mustansir[3]’in hüküm sürdüğü yıllarda yaşamış Şiilerin en önde gelen önderinden biri olan al-Muayyad fi d-Din as-Shirazi’nin kaleme aldığı kitapta yer almaktadır. Al-Muayyad, er-Revandi’yi eleştirmek amacıyla onun kitabından kendi kitabına aldığı uzun pasajlar (bunların kısmen tahrifata uğradığını kabul etmeliyiz) sayesinde kitap hakkında önemli bilgilere sahip oluyoruz. El-Muayyad’ın kitabı, 20. yüzyılın başında özel bir kütüphanede bulunmuş, Alman bilim adamı Paul Kraus tarafından bilim dünyasına kazandırılmıştır.
Fakat ondan önce H. S. Nyberg de 1925 yılında, Ebul Hüseyin el-Hayyat’ın Kitab al-İntisar adlı eserini yayımlamıştı ki bu eser, radikal bir Şii perspektifinden İbn er-Revandi’nin kaleme aldığı Kitab fadıhat al-Mu’tazila’ın bir eleştirisiydi. Şunu da belirtelim ki el-Hayyat’ın kitabı, Cahiz’in yazdığı fadılat al-Mu’tazila’ya bir yanıttı. El-Hayyat’ın kitabından edindiğimiz bilgilerle al-Muayyad’ın kitabındaki bilgiler bire bir örtüşmektedir.
Aynı şekilde er-Revandi’nin özellikle de Kur’an’a yönelik eleştirilerini içeren Kitab al-Damiğ’den bazı pasajlara al-Cavzi’nin kaleme aldığı ve bir tarih kitabı olan Kitab al-Muntazam fi’t-Tarih’te rastlıyoruz ki bu kitap da ünlü Orientalist Helmut Ritter  tarafından ve tabii ki başka birçok risaleyle birlikte İstanbul kütüphanelerinde bulunmuş ve Almancaya çevrilerek bilim dünyasına kazandırılmıştır.[4] Bu sayede İbn en-Nedim’in Fihrist’te yer verdiği er-Revandi hakkındaki bilgiler de anlam kazanmıştır. Ancak er-Ravendi’ye ait pasajların ve alıntıların 20. yüzyılın başlarında keşfedilmesinden sonra bile onun hakkında çok fazla bilgiye ulaşılmış değildir. Yazarlar onun görüşlerinden bahsetmekte ancak hayatına dair çok az bilgi vermektedirler. Belki de onlar da bu bilgilere sahip değillerdi.

Er-Revandi’nin Kökeni
Ebu’l Hüseyin Ahmed bin Yahya bin İshak er-Ravendi, 9.-10. yüzyıllarda yaşamış Heterodoks düşünürler kategorisi içinde yer alan en önemli düşünürlerden biridir. İbn Nedim’in verdiği bilgilere göre Er-Ravendi,  Horasan’nın Merverrüz kentinde doğmuş[5] ancak onun ne doğum tarihi ne de ölüm tarihi bilinmektedir. Birçok düşünürde görüldüğü gibi uzun yaşamadığı, 30-40 yaşları civarında öldüğü (857 veya 913 senesi) tahmin edilmektedir.[6] Hayatının sonuna doğru Kur’an ve diğer semavi dinler hakkındaki eleştirileri ve peygamberi açıktan aşağılayan risaleleri dolayısıyla tepki görmüş ve o da Bağdat’ı terk etmek zorunda kalmıştır. Sonraki yüzyıllarda ise ulema ve bazı muhafazakar İslam düşünürleri tarafından sapkın görüşlü olarak damgalanmış ve görüşlerinden dolayı zındıkla suçlanmıştır.
Er-Ravendi hakkındaki tarihsel kayıtlar muhtelif içeriktedir. Kimi onun Mutezile, kimi Brahmancı kimi de bir Şii daisi olduğunu iddia etmiştir. Günümüzde etkin olan İslam araştırmacıları ve tarihçileri de aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen er-Ravendi hakkında ortak bir görüşe sahip değillerdir. İsrailli İslam kültürü uzmanı Sarah Stroumsa, er-Revandi’yi özgür düşünceli bir düşünür olarak nitelendirirken, Josef van Ess ise onun “görüşlerinde sağlam olmayan” bazı unsurlar keşfetmekte ve onu “işin eğlencesinde olan” biri olarak tasvir etmektedir.[7]
Kraus’a göreyse er-Ravendi “hırslı” biriydi ve “Mutezile çevresinin ona dar gelmesi” nedeniyle önce onlardan uzaklaşmış veya bu çevreden dışlanmış; sonraki yıllardaysa Mutezile akımına karşı sert eleştirilen içeren risaleler kaleme almıştır.
Peki er-Revandi neler söylemiş ve neleri eleştirmiştir?

Er-Revandi’nin Eleştirileri
İbn er-Revandi, İslam kültür dünyasında Kur’an ve peygamberlik kurumuna eleştiri yönelten ilk düşünürlerin başında gelir. Fakat bu eleştirilerini onun kendi kaleminden okuma fırsatımız yoktur, çünkü eserleri kayıptır. Müslüman düşünürler içinde ondan bahseden çok sayıda yazar vardır, fakat geçtiğimiz yüzyılın 30’lu yıllarına kadar çok fazla bir şey bilinmiyordu. Şu talihe bakın ki İbn er-Revandi’nin eserlerinden önemli alıntılar yapan İbn al-Muayyed Şirazi’nin kitaplığının bulunmasıyla birlikte bilim dünyası er-Revandi hakkında daha çok bilgiye sahiptir.
Peki, İbn er-Ravendi'nin görüşleri nelerdir?
İbn er-Ravendi, Mutezile çevresinden uzaklaştıktan sonra önce Şii davasının ateşli savunucularından biri olmuş, bu dönemde ardı ardına risaleler kaleme almış, ancak sonra Rafizi Ebu İsa al-Varrak’ın etkisinde kalarak[8] serbest düşünceli çevrelerle tanışmış ve onların en vurucu üsluba sahip teorisyeni olmuştur. Horasanlı düşünür er-Revandi’nin keskin üsluplu risaleleri, sadece İslam’ı ve Kur’an’ı değil bütün semavi dinleri hedef alır.
İbn er-Ravendi’nin fragman halinde de olsa günümüze kadar ulaşan eserleri şunlardır:
Hemen hemen bütünlüklü olarak Hattat’ın Kitab al-İntisar’ında yer alan Kitap fazihat al-Mutazile. Bu kitap, Cahiz’in Mutezile akımını savunan görüşlerine bir eleştiridir.
İbn al-Cavzi’nin Muntazam fi’l-tarih’inde birçok parçaları içerilen Kitab al-Damiğ ki ibn er-Ravendi bu eserinde Kur’an’ın bazı kısımlarına çok sert eleştiriler yöneltmekte ve ayetlerde dile gelen iddiaların akıl ve mantıkla uyuşmadığını belirtmektedir.
Önemli bölümleri İsmaili Daisi al-Muayyad’ın fi’l-Din in Mecalis’inde yer alan Kitab al-Zumurruz ise er-Revandi’nin şaheseridir diyebiliriz.
Bu eserinde İbn er-Ravendi, peygamberlik kurumunu ve özellikle de  Hz. Muhammed’in peygamberlik iddialarını çok şiddetli bir şekilde eleştirmekte ve şunları söylemektedir: 
Peygambere atfedilen mucizeler, birer uydurmadan ibarettir. Kur’an ne vahiy edilmiş bir kitaptır ne de anlaşılabilen ve taklit edilemez bir güzelliğe sahiptir. Peygamberler ancak gaipten haber verenlerle veya sihirbazlarla mukayese edilebilir.
İbn er-Ravendi görüşlerini açıklarken, Platon’dan bildiğimiz diyalog/tartışma ve sohbet üslubuna başvurmakta ve söyleyeceklerini de bir Brahman’a söyletmektedir. Bu nedenle de birçok insan söz konusu eseri Brahmanların kutsal kitaplarından biri sayma hatasına düşmüştür.
Aynı şekilde er Revandi’nin İslam açısından (aslında bütün semavi dinler demek daha doğru olur) tartışılması bile zındıklıkla suçlanmaya yol açacak kadar ağır olan bir iddiada bulunmakta ve hem peygamberlik kurumunun gereksiz hem de Hz. Muhammed’in iddialarının akılla uyuşmaması nedeniyle peygamberlik iddiasının gerçeklikle uyuşmadığını ileri sürer.
İbn er Revandi akılcı düşünürlerdendir. Her şeyi aklın süzgecinden geçirmeyi önerir ve kendi de öyle yapar. Hatta ona göre akıl, Tanrının insanlara bahşettiği en büyük nimettir.” İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik onun olguları değerlendirirken akla başvurmasıdır. “Akıl, Tanrının insanlara verdiği en büyük nimettir. İnsan aklı sayesinde Tanrıyı, onun verdiği nimetleri bilir; emir ve yasak, iyi ve kötü onunla gerçekleşir.
Dolayısıyla er-Revandi aklın hükmünü, aklın tartışılmaz yetkinliğini peygambere de uygular. Ona göre "peygamber, eğer gerçekten Tanrının elçisiyse inananlardan akılla uyuşmayan şeyler isteyemez ve buna yönelik hükümde bulunamaz." Örneğin “namaz, gusül abdesti, hacda şeytan taşlama, Kabe’yi tavaf etme; nitelik açısından birbirinden farkı olmayan tepeler arasında koşup durma; yine birbirinden hiçbir özellik farkı taşımadıkları halde bazı tepelerin kutsal görülmesi, bazılarınınsa ‘şeytani” olması nedeniyle taşlanması akılsızcadır" ve dolayısıyla anlamsızdır. Bu sadece söz konusu ritüellerin anlamsızlığını kanıtlamaz, aynı zamanda peygamberlik kurumunu (yalana dayanması dolayısıyla) Tanrının desteğinden yoksun bırakır ki o zaman o gereksizdir.
İbn er-Revandi’nin peygamberliğe karşı ileri sürdüğü en önemli kanıtları gerçekleşmesi imkansız olan mucizelerdir. Bu mucizelerin gerçekleştiğini iddia edenler ya ortak çıkarları gereği yalan söylemektedirler ya da bir sihirbazın ve sahtekarın oyununa gelmişlerdir.
İbn er-Revandi, Müslümanların her fırsatta dile getirdikleri Tanrının peygambere, başı sıkıştığında meleklerle yardıma geldiği iddialarına da itiraz eder. "Eğer bunlar gerçek olsaydı Muhammed, Uhud Savaşı’nda nasıl ölümden zor kurtulmuş olabilirdi ki? Muhammed’in savaşta dişinin kırılması, yüzünün parçalanması, böğründen yaralanması ve hatta cesetlerin altına saklanarak canını kurtarması, Tanrının meleklerinden bu kadar destek görmesine rağmen nasıl olmaktadır?"
Er-Revandi’ye göre “Tanrı mantıksız olan hiçbir şey önermez. Ama eğer peygamber, akla uymayan kurallar koymuşsa, o zaman bunlar Tanrının kuralları olamaz ki o zaman peygamber yalan söylemektedir. Ama eğer peygamber akla uyan bazı kurallar getirmişse, o zaman da peygambere ihtiyaç yoktur, çünkü her insan bunları kendi keşfedebilecek akli yetiye sahiptir." Ayrıca er-Revandi, Kur’an’ın dilinden, peygamberin konuştuğu Arapçadan hareketle Kur’an’ın ve Arapçanın olağanüstülüğünü de tartışmaya açar. Ona göre "her kavmin dili sadece en seçkin insanlar tarafından en doğru şekilde kullanılabilir. Doğaldır ki o seçkinler içinde de bir kişi özellikle en iyi konuşandır. Bunun peygamber olması olağandır, ama bu yeti ona peygamberlik statüsü kazandırmaya yetmez. Ayrıca dillerin, müzik gibi sanat eserlerinin, bilimlerin peygamberler tarafından iddia edilmesi saçma bir iddiadır. Kutsallığını kanıtlamak ve Hz. Muhammed’in peygamberliğini kanıtlamak için ileri sürülen bu argümanlar temelsiz iddialardır. Örneğin bir müzik aletinin nasıl yapılacağını, bir tahta üzerinde gerilmiş kurutulmuş hayvan bağırsağına dokunulduğunda hoş sesler çıkar. Bunu yapabilmek için peygamber olmaya gerek yoktur."

Yine er-Revandi dillerin oluşumundan hareketle, "insanlığın kökeninin bilinemediğini, dillerin ezelden beri kuşaktan kuşağa aktarıldığını, evrenin sürekli ileriye doğru hareket ettiğini ve dünyanın dışındaki gezegenlerde de canlı türlerin olabileceği"ni ileri sürerek bütün İslam kanonunu reddetmekte ve tartışmaya açmaktadır. Er-Revandi’ye göre "aklın olduğu yerde peygamberlik gereksizdir."
Kur’an’ın insanlara vadettiği cenneti de aklın süzgecinden geçiren er-Revandi’ye göre insana vaaddilen “tadı hiç değişmeyen [bozulmayan] süt ırmakları (Sure 47,15)” çiğ sütten oluşmalıdır ki aklı olan kimse bunu içmez. “Bunu ancak açlıktan ölmek üzere olan birileri içebilir.” Yine cennetteki bal ırmağına şunları söyler: “… baldan bahsetmektedir ki onu da kimse öylesine tatmak istemeyecektir ve zencefil (Sure 76,17) ki o da pek sevilen içecekler arasında değildir.
Er-Revandi’nin kitabında Kur’an’da geçen ayetleri tek tek ele aldığı, peygamberlik kurumunu esastan tartıştığı görülmektedir. Ancak biz bunları dolaylı olarak öğrenebiliyoruz.
Kitabın adı da ilginçtir: Zümrüt Kitabı. Er-Revandi bu adı neden seçtiğini de şöyle açıklamaktadır. Zümrüt yılanların en çok korktuğu ve ona baktıklarında kör oldukları bir taştır. Bu kitap da hurafeleri dile getirenleri kör edecek bir etkiye sahiptir.



[1] A. Bebel, Hz. Muhammed ve Arap Kültürü, Alan Yay., İstanbul 1997, S. 108-109.
[2] Paul Kraus, “Beiträge zur islamischen Ketzergeschichte: Das Kitap az-Zumurrud des Ibn ar-Rawandi”, Rivista degli studi orientali, Vol. 14, Fasc. 2 (Agosto 1933), Universita di Roma, s.1/2.
[3] Fatimi halifesi Ebū Tamīm El-Mustensir Billāh Maāḏ Bin aẓ-Zāhir (1029-1094). Adı, Allaha kendisini zafere erdirmesi için yakaran anlamına gelmektedir.
[4] H. Ritter, “Philologica”, V, Der Islam, XIX (1930/, s. 1 vd.
[5] Mehmet Dağ, Hasan Aydın, Ortaçağ İslam Kültüründe Felsefe, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul, 2017, s.104.
[6] İslam Ansiklopedisi, Ravendi Maddesi, MEB Yayınları, Eskişehir, 1997, c.9, s.639.
[7] Josef van Ess, Theologie und Gesellschaft im 2. Und 3. Jh. Hidschra, Eine Geschichte des religiösen Denkens im früh. Islam, Bd.4, Walter de Gruyter, Berlin, 1997, s.336.
[8] 9. yüzyılda yaşamış olan el-Varrak (kağıtçı, kırtasiyeci olmalı), birçok önemli eser kaleme alır. Kitab al-Makalat’ın geniş bir dinler tarihi olduğu tahmin edilmektedir. Al-Şahristani, onun kitaplarının adını anmadan ondan geniş pasajlar aktarmaktadır. Mani’nin şahsiyeti ve görüşleri hakkında bilgi veren el-Şahristani, aslen bir Mecusi olarak gördüğa el-Varrak’ın bu dinin görüşlerin yakından bilen biri olduğunu ileri sürmektedir. Al-Hayyat, İbn er-Ravendi’ye atfen şunları söylemektedir: „Seni yanılgıya sevk eden, Mutezilede bulunmak şerefinden mahrum ederek ilhad ve küfrün zelilliğine çeken kötü selefin [el-Varrak].“
Bkz. İslam Ansiklopedisi, c.13, s. 302 vd.

Hiç yorum yok: